105- Şafiî İlimlerîn Tedvin Olunduğu Bîr Çağda Yaşadı:
Gerek Sahabe ve gerekse Tabiîn devirlerinde müctehidler fetvalarını ve ictihadlarmı tedvin etmekten kaçınırlardı. Hattâ Sünneti tedvîn etmekten bile çekindiler. Maksadları: Usûl-ü din´den yazılı olarak tek esas Kur´ân´m kalması idi. Bu dînin direği odur, açık nuru odur, kıyamete kadar uzanan Allah ipi, hakikat bağı odur. Nihayet ulemâ Sünneti tedvîn etmek, fetvaları ve fıkhı tesbit edip yazmak mecburiyetinde kaldılar.
Muhtelif dînî fırkalar ve mezhebler ortaya çıktı, bunlar kendi sözlerini yazıp ortaya döktüler. Şîa, imamlarının görüşlerini yazdı, Mu´tezile, ulemâsının görüşlerini yazdı, ortaya çıkardı. Muhaddisler, yalan Hadîslerden sahih Hadîslerin ayrılmasını sağlamak için Hadîsi tedvin etmek zorunda kaldılar. Bundan sonra fukahâ da kendi görüşlerini yazma yolunu tuttular. Ebû Hanîfe´nin bâzı kitapları rivayet olunmaktadır. Ebû Yûsuf, devrin Halîfesi Harun Reşid için Kitâbü´l-Harâc´ı yazdı, bundan başka kitapları da vardır. Muhammed b. Hasan, Irak fukahâsının görüşlerini toplayıp yazdı ve işi çok mükemmel becerdi. Demek oluyor ki, Şafiî öyle bir çağda geldi ki, artık ulemâ kendi görüşlerini ve üstadlarmm görüşlerini yazmağa başlamışlardı. O da aynı yola koyularak tedvine başladı.
Bâzı râvîler diyorlar ki, onun ilk eseri re´y fukahâsına red için yazdığı kitaptır. Buveytî şöyle diyor: “Şafiî dedi ki: Hadîs erbabı benim yanımda toplandılar ve benden Ebû Hanîfe´nin kitabına red yazmamı istediler. Cevaben: Ben onların ne dediklerini bilmiyorum, kitaplarına bir bakayım, dedim, emrettim, Muhammed b. Hasan´m kitapları benim için, yazıldı, bir sene onları gözden geçirdim ve onlardakileri belledim. Sonra Kitâbü´l-Bağdâdî´yi yazdım…”[1]
Bu haber eğer doğru ise, Şafiî´nin ilk kitabının, görüşleri tesbit etme bakımından Irak fukahâsının te´lif usûlüne benzediğini göstermektedir. Yine böylece onun ilk kitabının red ve münazara için olduğu anlaşılır. O kitabı, müstakil görüşlerini beyan için değil, belki Hadîs fıkhını veya Medine ehli fıkhını veyahut bizzat Mâlik´in fıkhını müdâfaa için yazmıştır. Çünkü bunu Medînelilerin isteği üzere kaleme almıştı. Mu-hammed b. Hasan´ın kitaplarını gördükten sonra bunu te´lif etmiştir. Şüphesiz ki o Bağdad´a ilk gelişinde îmanı Muhammed´in kitaplarına muttali´ olmuştu. Yâni İmam Mâük´in yolundan ayrı müstakil bir ictihad yolu tutmadan, müstakil bir görüş sahibi olmadan Önce idi.
Bu kitap hakkında ne denirse densin, Şâfü ictihad, bahis ve fetva hususunda müstakil bir yol tuttuktan sonra kitap te´lif etmeğe başladı, istinbat için vaz´ettiği esasları onlar da tesbit ediyor, ihtilaflı meselelere dair görüşlerini açıklıyordu. Sünneti tedvin ediyor, Ashâb arasındaki ihtilâfları tesbit ediyor, muhtelif görüşler arasından tercih ettiği görüşü seçiyor ve onu benimsiyordu.
Onun Mekke´de iken yazdığı bir eserini tanımıyoruz; tarihçilerden hiçbiri, Mekke´de şu eserleri yazmıştır, dememiştir. Ancak bizim temayül ettiğimiz cihet doğru ise, Abdurrahman b. Mehdî´ye yazdığı risaleyi Mekke´de iken yazmıştır. 195 senesinde Bağdad´a geldikten sonra birçok kitaplar yazmış olduğu zikrolunmaktadır. Şu da olabilir ki, kitaplarını Mekke´de iken yazardı, fakat onlar üzerinde düşünüp işlemek amaciyle onları halka gösterip açıklamadı. Bağdad´a gelince, birçok incelemelerde bulunması, araştırıp tedkîkat yapması ile onları olgunlaştırınca, talebesine açıkladı, arkadaşları arasında yaymağa başladı. Sonra etrafa yayma işi devam etti. Sonra Mısır´a gelince bu yazdıklarını tekrar gözden geçirdi, değişiklikler, tebdiller yaptı, daha mükemmel olmalarına çalışarak bâzı şeyler kattı, bâza şeyleri attı… [2]
106- Şafiî Irak´da El-Hucce´sînî Yazdı:
Şafiî Bağdad´da kitaplarım meydana çıkardı, Er-Risâle´sini orada açıkladı. Talebelerine kitaplarını okuttu. Yukarıda naklettiğimiz veçhile Za´ferânî şöyle demişti: “Şafiî Bağdad´a geldi. Biz´ onun etrafında toplandık. Bize, size okuyuverecek birini bulun, dedi.” Bu da gösteriyor ki, onun elinde yazdığı ve hazırladığı kitapları vardı. Onları talebesine okutuyor, yayıyor, onlardaki bilgileri beyan ediyordu. Bu kitapları talebeleri belleyip üzerlerine aldılar. Bunları rivayet edenlerin en meşhurları Za´ferânî ile Kerâbîsî´dir. Irak´da iken fıkha ve fürû meselelerine dair yazdığı kitaplara El-Huece nâmı verilir. El-Hucce kitabı hakkında Kâtip Çelebi, Keşfü´z-Zünûn´da şöyle diyor: “O büyük bir cild olup onu Irak´da te´lif etti. Şafiî Mezhebinde eski kavil denildiği zaman bu eser kasdolunur.”
İbn-i Nedim, Za´ferânî´nin, Şafiî´den rivayet ettiği kitaplara Mebsut nâmım veriyor. Acaba Mebsut ile Hucceh bir midir ibn-i Nedim´in fihristinde zikrettiği ve Mısır´da Rebî´in rivayet ettiği Mebsut budur, dediği Mebsut´un münderecatına bakarsak görürüz ki, bu eser, Şafiî´nin fürûa, hüccetlere, münazara ve ihtilâfa dâir bütün kitaplarını ihtiva etmektedir. Öyleyse, Kâtip Çelebi´ye göre Kadîm kavilleri toplayan Kitâbü´l-Hucceh, îbn-i Nedim´in fihristinde Mebsut adını verdiği kitap olduğunu söylemek yerinde olur. Aşağıda beyan edeceğimiz veçhile, Mısır´da bunda bâzı değişiklikler yaparak, bâzı yerleri atıp, bâzı şeyler kattıktan sonra bu eser El-Üm adını almıştır. Beyhakî, Menâkıb-ı Şafiî´de şöyle diyor: “Şafiî´nin Bağdad´da iken yazdığı El-Hucceh kitabını Za´ferânî ondan rivayet etmiştir. Onun diğer kitapları da vardır, onları Hüseyin b. Ali Kerâ-bîsî ve Ebû Abdurrahman îbn-i Yahya Şafiî rivayet etmişlerdir. Ebû Ab-durrahman´m rivayet ettiği Kitâbü´s-Sîyer´den bir nüsha benim elime geçti; onda başkalarında bulunmayan birçok ziyâdeler vardır. Ebû Ve-lid Musa b. Ebû Cârûd´un bir muhtasarı vardır ki, onu Şafiî´den rivayet eder, onda da bâzı ziyâdeler vardır.” [3]
107- Şafiî´nin Mısır´da Görüşlerini Topladığı Eser: El-Üm:
îmanı Şafiî Mısır´a geldi. Burada kitaplarını tekrar gözden geçirdi, görüşlerini, mezhebinin kavillerini tekrar inceledi, bunlar üzerinde durdu. Bâzı değişiklikler, tebdîlât yaptı, böylece yeni kitaplarını vermiş oldu. Birçok meseleleri imlâ = dikte ettirdi. Talebeleri ondan meseleler rivayet ettiler. Mısır´da onun El-Üm kitabı nakil ve rivayet olundu; keza Sünen kitabı rivayet edildi. Süyûtî, Hüsnü´l-Muhâzara´da diyor ki: “El-Um, El-Emâlî, El-Kübrâ, Îmlâü´s-Sağîr gibi yeni kitaplarını te´lif etti,” îbn-i Hâcer, Tevâlî El-Tesîs´de şöyle diyor: “Ebû Hasan Âbürî dedi ki: Bize Zübeyr b. Abdulvâhid anlattı, o da Muhamnıed b. Saîd´den, o da Feryânî Ebû Saîd´den naklediyor, Rebî´ dedi ki: Şafiî burada (yâni Mısır´da) dört sene ikamet etti. İkibin beşyüz varak yazdı. Kitâbü´1-Üm ikibin varak tutar. Sünen kitabı ve daha birçok şeyler var, hepsi dört sene zarfındadır.”
Buveytî Şafiî´den Mısır´da işittiklerini ihtisar etti. Bunları bir kitab hâline getirip ona El-Muhtasar nâmını verdi. Müzenî de böyle bir kitap meydana getirerek ona El-Muhtasar adını verdi. Bunların hepsi Şafiî´nin Mısır´daki fıkhını “beyan etmektedir. Bunlar onun son görüşlerini ihtiva eder. Bunlarda kararlı olduğu halde vefat etmiştir.
Rebî´ b. Süleyman Muradî, Şafiî´nin Mısır´da yazdığı ve yazdırdığı kitapların hepsini rivayet etmiştir. Bu kitaplar için ona gelip müracaat ederlerdi. Şafiî´nin Mısır´da ikameti müddeti boyunca ondan ayrılmadı; onun dersine devam etti. Hattâ, Ibn-i Hacer´in Tevâlî EI-Te´sîs´te kaydettiği gibi, Mısır´a gelişinden Önce Şafiî´nin yanında bir müddet bulunduğu söyleniyor. îbn-i Nedîm Rebî´in rivayet ettiklerine Mebsût nâmını veriyor, nasıl ki, Za´ferânî´nin rivayet ettiklerine de Mebsût denir. Rebî´ Mısır´daki kitaplarının nâkili olduğu gibi Za´ferânî de Bağdad´da yazdığı kitaplarının nâkilidir. [4]
108- Şafii´nin Mısır´da Yeni Yazdıkları, Eskilerin Islâhı Ve İkmâlidir. Bağdad´da Yazdıklarîyle Mısır´dakiler Arasında Farklar:
Burada, Şafiî´nin eski kitaplariyle yenileri arasındaki mugayiret ile ilgili oldukça önemli bir meseleye işaret etmek isteriz. Şafiî´nin terceme-i hâlini yazan ve onun kitaplarından söz açan eskilerin birçoklarının ibareleri, Şafiî Mısır´a geldikten sonra kitaplarını eskilerinden bambaşka bir tarzda yeniden yazdığı zannını uyandırmaktadır. Bu vehim sonrakilerden bâzılarının içinde yer bulup tasdik gördü, onu sabit, mukarrer bir gerçek imiş gibi kabul ettiler. Bu yüzden bâzı yazarlar, Mısır´da geçirdiği dört senenin bu kitapların hepsini yazmağa kâfi olduğunu sık sık söyler oldular. Halbuki mâkul olanla bağdaşan şudur ki, Şafiî Bağdad´da iken yazmış olduğu mevzularda yeniden kitap yazmazdı, eskiden yazdıklarını tekrar gözden geçirir, onları yeniden işlerdi, doğru bulduklarına dokunmazdı, görüşü değişmeyen meseleleri olduğu gibi bırakırdı. Talebesi de onları öylece naklederlerdi. Görüşünü değiştirdiği meseleleri yeniden yazar veya yazdırırdı. Fikri onun üzerinde öylece karar kılmış olurdu. Çünkü bir muharririn, fikir hayâtının herhangi bir devresinde yazdıklarının hepsinden dönerek onları bozması ve sonra tutup da hepsini yeniden yazması mâkul bir şey değildir.
Bâzı eserlerde geçen sözler de bunu te´yîd etmektedir. İbn-i Hacer, Tevâlî M-Te´sîs´te kaydediyor: “Beyhakî dedi ki: Şafiî yeni kitaplarının bâzısını tekrar yazmadı. Meselâ: Siyam, Hudûd, Rehin, Sağîr, îcâre, C> nâze bölümleri böyledir. Zîrâ o, bu kitapların yenide de okunmasını emretti, onlardaki içtihadına aykırı olanların yakılması için emir verdi. Yine dedi ki: Belki de bu kitapları, başka yerlerde rücu´ ettiklerine tenbih buyurmakla yetinerek, bu haliyle bıraktı. Ibn-i Hacer buna ilâveten diyor ki: Bu rivayet çok yararlıdır. Şafiî´nin rücu´ ettiği meşhur olan meselelerin çoğundan işkâli kaldırır, onlar bu kitapların bâzısında mevcuttur.”
Beyhakı´nin ibaresinden ve îbn-i Hacer´in ona yaptığı ilâveden çıkan netice şudur: Şafiî, yeni eserlerini yazarken eski eserlerine bakardı. Görüşü değişmemiş olanları bırakırdı. İçtihadı değişmiş olanları yeniden yazar, eskileri yakardı. Görüşünü değiştirdiği meselelerden bâzılarını, kitabının başka yerinde onun hakkındaki görüşünü açıklamış olmasiyle yetinerek, o haliyle bıraktığı da olurdu. Demek oluyor ki, o ibarelerini değiştirmeden eskileri okutuyor, sonra rücûı îcâbedenleri gözden geçi-
riyor, bunları yeniden yaziyor ve gereken tenbihi yapıyor. Hattâ bâzı yeni kavlinden döndüğü de oluyor. Çok defa görüyoruz ki, Rebî´ Şafiî´nin kitaplarındaki kavillerini nakleder, sonra da en son görüşünü söyler. Çünkü bunu, kitaplarını okuyup dinledikten sonra duymuştur.
Bakıyoruz, Şafiî´nin eski kitaplarına Mebsût nâmı verdiği gibi Mısır´da yazıp Rebî´in rivayet ettiklerine de Mebsût adı veren İbn-i Nedîm, Za´ferânî´nin hal tercümesinde şöyle diyor: “Za´ferânî, Şafiî´den Meb-sut´u, Rebî´in rivayet ettiği tertip üzere rivayet etti; az bir şey fark vardır. Halk ona pek rağbet göstermez, onunla amel etmez. Fukahâ ancak Rebî´in rivayet ettikleriyle amel ederler. Za´ferânî´nin rivayet ettiği kitapların adlarını saymağa lüzum yok. Çünkü onlar hem azdır, hem de çoğu sönmüş gitmiştir.”
Rebî´in rivayet ettiği Mebsut´un tertibinin, Za´ferânî´nin rivayet ettiği Mebsut´un tertibi üzere olması, tertipteki farkların az bulunması, Za´ferânî´nin naklettiği Mebsut´un Bağdad´da, Rebî´in Mebsut´unun Mısır´da yazılmış olması, bütün bunlar aslın bir olduğunu gösterir. Fakat Bağdad´da yazılanda bâzı değişiklikler, katmalar ve atmalar yapılmış, bu suretle Mısır´da yeni bir kitap halini almıştır.
Eğer gerçeği açıkça belirtmek istersek, diyebiliriz ki, Şafiî´nin yeni kitapları, eski kitaplarının yeniden gözden geçirilip ilâveler yapılmak suretiyle meydana gelmiştir. Eski risalesinin özü yeni risalede mevcuttur, yalnız bâzı incelemeler, ziyâdeler ve hazifler yapılmıştır. Diğer kitapları da böyledir. Çünkü münâzaracı ve cedelci olan Şafiî, görüşleri evirip çeviriyor, hakikati meydana çıkarmak için münakaşa yapıyor, sırf kendisi galip gelmek için asla münakaşa yapmıyordu. O, başkalarının görüşlerini incelediği gibi kendi görüşlerini de dâima tedkîke tabi´ tutardı. Kendi usûlüne göre onları tartar, neticede ya olduğu gibi bırakır, yahut tâdil ederdi, bir mesele hakkında, uzak veya yakın zamanlarda olsun, ondan muhtelif görüşler nakil olunmuştur. Bir görüşü ileri sürerdi, sonra ondan dönerdi, çünkü ya bir Hadîs bulur, ya daha doğru bir kıyas yapar, yahut bilmediği bir Sahabe fetvasına muttali´ olurdu. Hak´tan başka hiçbir şey istemeyen her araştırıcının hâli böyledir. Yeni yeni düşüncelere ufkunu açan kimse böyle yapar, o kendi görüşüne aldanarak gurur getirmez, onu önden ve arkadan, hiçbir taraftan batilin yol bulamadığı tek gerçek sanmaz.
Şafiî, kendi görüşlerine, ihlâs sahibi kimselerin haliyle dâima şüphe gözüyle bakardı. Ictihad hayâtı boyunca sözlerinde hatâya düşmek ihtimali içinde bulunurdu. Buveytî´nin ondan naklettiğine göre şöyle derdi: “Bu kitapları yazdım. Onlarda mutlaka hatâ bulunur. Çünkü Al-lâhu Teâlâ şöyle buyurur: ´Eğer Allah´da-n başkası nezdinden olsaydı, onda çok ihtilâflar bulurlardı/ Benim, kitaplarımda Kitap ve Sünnet´e muhalif bir şey bulursanız, bilin ki, ben ondan rücu´ etmişimdir.” [5]
109- Şafiî Eserlerini Nasıl Yazardı, Ona Nisbet Olunan Bazı Eserler:
Şafiî´nin kitaplarının tedvini hakkındaki sözü kesmeden Önce, yukarıda söz arasında geçen bir mes´eleye işaret edelim. Çünkü onun araştırıcılar katında büyük değeri vardır; o da gudur: Şafiî´nin talebelerinin rivayet ettikleri kitaplar iki kısımdır: Bir kısmını tarihçiler ve râvîler Şafiî´ye nisbet ederek zikrederler, Şafiî´nin El-Üm kitabı, onun risalesi-dir derler. îhtilâf-ü El-Irâkıyyen onundur. îhtilâf-ü Mâlik, îhtilâf-ı Ali ve Abdullah onundur, derler. Bir kısmım da onun talebesine nisbet ederek söylerler, Şafiî´nin kavillerinin bir hulâsası gibi sayarlar. Buvey-tî´nin Muhtasarı, Müzenî´nin Muhtasarı derler. Şüphe yok ki, bu son kısım onun talebelerinin te´lîfidir, onun sözlerinin bir hulâsasıdır. Her ne kadar bu son kısımdaki görüşlerin Şafiî´ye nisbeti, birincilerin ona nisbe-tinden az değilse de, birinci kısımda hem mânâ ve hem ibareler Şafiî´nindir, ikinci kısımda ise yalnız mânâ ve mazmun onundur. Sözlerin kalıba dökülmesi, ibare ve üslûp, eserin sahibi olan yazarındır. Bu hal, Hanefî Mezhebine nisbetle. İmam Muhammed b. Hasan´m kitaplarının durumunun aynıdır. Birinci kısmın Şafiî´nin te´lîfi olduğunda hiç şüphe yoktur, bunda kimse niza edemez. Çünkü bunu yapmağa kalkışan, târihin gerçeklerini inkâr ediyor demek olur. Buna kulak asılmaz. Allah´a şükürler olsun, böyle bir niza´ yapan olmadı.
Râviîer, Şafiî´nin kitaplarını te´lîf yolunu da anlatıyorlar. Bâzısını kendi yazardı, bâzısını imlâ eder, başkasına yazdırırdı. Rebî´ Şafiî´nin te´lîf usûlünü bize söyle nakleder: “Şafiî Mısır´a gelmezden önce yanında bulundum. Onun zenci bir cariyesi vardı. Şafiî bir ilim mes´elesini işleyip hazırlar, sonra:
Ey câriye, kalk, kandili yak, derdi. O da kandili yakardı. Şafiî yazacaklarını yazar, sonra kandili söndürürdü. Bu hal bir sene böyle devanı etti. Ben:
Ey Ebû Abdullah, bu cariyeyi pek yoruyorsunuz, çekeceği varmış, dedim, O da:
Kandil gönlümü meşgul ediyor, dedi.”[6]
Demek, Şafiî gecenin sükûnetinde düşünceye dalıyor ve derin derin düşünüyor. Bu derin düşünce içinde görüşlerinin isabetini ölçüyor, muhakeme ediyor; ışığın gözlerini meşgul etmesinden korkuyor. Düşüncesinde bir neticeye vardı mı, lâmbayı yakıyor, yazacağım yazıyor. Sonra ışığı yine söndürüp yeni düşüncelere dalıyor ve bu hal böyle devam ediyor; hizmetçisi de, Rebî´in dediği gibi buria katlanıyor.
Çok defalar camide yazardı. Harmele yoluyla şöyle naklolunur:
“Şafiî camide şu sütunun dibinde otururdu, altına bir minder konurdu, onun üzerine otururdu. Yüzüstü eğilir, öyle yazardı.”
İçlerindeki Hadîsleri bilmek için, yazarken başkalarının kitaplarına bakardı. Tenkîd etmek ve münakaşasını yapmak üzere fıkıh eserlerinden yardımlanırdı. Tevâlî El-Te´sîs kaydediyor:
“Şâfü Mısır´a geldi. Mısır´da dört sene kaldı. Bu kitapları orada yazdı. Hicaz´dan beraberinde İbn-i Uyeyne´nin kitaplarım getirmişti. Yahya b. Hassân´a giderek ondan da yazdı. Eşheb´den bâzı kitaplar aldı, onlarda birçok meseleler vardı. Kitapları önüne kor, öyle yazardı. Bir kitap kalın oldu mu, ibn-İ Harem´e gelir, yazardı. Buveytî de ona okurdu. Orada bulunanların hepsi İbn-i Harem´in kitabından dinler, sonra ondan istinsah ederlerdi. Rebî´ Şafiî´nin ihtiyaçlarını te´mîne koşardı. Bir hacet için gittiğinde kendisine bildirilir, dönünce Rebî´ kaçırdığı dersi ona okurdu.”
Bu haberler gösteriyor ki, Şafiî (Allah ondan razı olsun) eserlerini kendisi yazardı, başkasına dikte etmeden te´lîf ederdi. Bu haberler bize yalnız bunu göstermekle kalmıyor, onun yazma usûlünü de bir nevi´ taf-sîl ediyor. Sonra talebelerinin onun yazdıklarını ondan nakletmelerini ve ondan dinlemelerim de anlatıyor.
Şâfü bâzan eserlerini imlâ suretiyle dikte ederdi, yâni o söyler, talebesi yazardı. El-Üm kitabım araştıranlar onda çok yerde: Şafiî bize yazdırdı, ibaresini bulurlar.
Meselâ bunlar o cümledendir:
1- Sulh bahsinde: Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi ve dedi ki: Şafiî bize yazdırdı.
2- Havale bahsinde: Rebî´ b. Süleyman bize haber vererek şöyle dedi: Şafiî imlâ yoluyla bize haber verdi.
3- Vekâle bahsinde: Rebî´ bize haber verdi ve şöyle dedi: Şafiî imlâ suretiyle bize haber verdi.
4- Vesîkatü´1-Habs bahsinde: Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi ve dedi ki: Şafiî imlâ yoluyla bize bildirdi.
5- Tagyirü Vasıyyetü´1-Itık bahsinde: Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi, dedi ki: Şafiî imlâ yoluyla bize anlattı.
6- Velîme bahsinde: Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi, dedi ki: ŞâfİÎ imlâ suretiyle bize anlattı.
7- Nikâh-ı Mefsuh bahsinde: Rebî´ dedi ki: Buradan i´tibâren bu kitabı Şafiî bize imlâ yoluyla yazdırdı (Allah ona rahmet eylesin).
8- İkrârü´l-Vâris bahsinde: Rebî´ bize haber verdi ve dedi ki: Şafiî imlâ suretiyle bize anlattı.
îşte böylece, görülüyor ki, Şafiî bâzan kendi yazıyor, bâzan dikte ederek yazdırıyor, onun yazdıklarını talebeleri istinsah ederler, ona okuyorlardı[7].
KÎTÂBÜ´L-ÜM
110- El-Üm Kitabı, Yazmak Veya Yazdırmak Suretiyle Şâfiî´nîn Kaleminden Çıkma Olduğu, Ebu Tâlîb Mekkî´nin Dedikleri:
Şafiî´ye nisbet olunarak zikrolunan Kitâbü´1-Um acaba hangi nevî-dendir Şafiî´nin kendi eliyle yazdığı tasniflerinden mi, yoksa imlâ suretiyle olan eserlerinden mi Veyahut da onun kavillerini başkalarının nakli suretiyle meydana gelmiş bir eser mi
Hatıra ilk gelen cevap, Kitâbü´l-Ümm´ün, Şafiî´nin kendi eliyle yazdığı veya imlâ suretiyle yazdırdığı bir eser olduğundan, meşhur olan budur. Kitaplar böyle nakletmiş, seleften halefe bu böyle geçmiş, ulemâ bunu inkâr etmeksizin kabul etmiştir. Müzeni, Rebî´, Buveytî gibi Şafiî´nin talebelerinden naklolunan budur. Ulemâ bu nakil olunanları kabul ettiler, çünkü bunu red eden bir şey bulmadılar. Kitâbü´l-Ümm´ü tedkîk ettiler, o önlerinde idi, onu, Şafiî´nin kavillerini nakleden, ihtisar eden kitaplarla mukayese ettiler. El-Ümm´ü Şafiî´nin yazdığınde şüphe etmediler. Diğerlerini Şafiî´nin yazdığı, ibareleri o düzenleyip dikte ettirdiği iddia olunmuş değildir.
El-Ümm´ün Şafiî´nin olduğunda ittifak vardır. Fakat, bir mutasavvıfın yazdığı Kûtü´l-Rulûb adlı tasavvuf kitabında, kardeşlik babında istitrat kabilinden bir ibare geçiyor ki, ona bakılırsa, Kitâbü´l-Ümm´ü Buveytî yazmış, onu Rebî´a vermiş ve onun adiyle tanıtmış. Uzun olmakla beraber o kısmı nakledelim: Tâ ki ne maksatla söylendiği anlaşılsın ve muayyen bir mesele hakkında tahkîka dayanan bir şey midir, bilinsin; şayet tahkîka benzer yeri varsa! Bu kardeşlik ve arkadaşlık konusundadır. Ebû Tâlib, Kûtü´l-Kulûb´da Allah için kardeşlik ve arkadaşlık ve kardeşliğin hükümleri bâbmda şöyle diyor:
“imam Şafiî (Allah´ın selâmı onun üzerine olsun), Muhammed b. Ab-dulhakem Mısırlı ile kardeş olmuştu. Onu severdi, en yakınlarından sayardı. Mısır´da beni ikâmete mecbur eden ancak odur, başkası beni burada tutamaz, derdi. Bu Muhammed hastalandı. Şafiî onu ziyaret etti. Kardeşi, Rebî´den naklen bana anlattı ve dedi ki: Şafiî Muhammed´i ziyaret ettiği zaman şu şiiri inşâd ederken duydum:
“Sevgili hastalanmış, ben de onu ziyaret ettim. Bu defa Ona endişemden ben hastalandım”.
“Sevgili de beni ziyarete geldi. Onu görünce bir bakışta hastalığım geçiverdi”.
Mısır halkının hiç şüphesi yoktu ki, Şafiî ölümünden sonra ders halkasında yerine Muhammed´i geçirecektir. Onun dersine gelmelerini halka emredecektir. Hastalığında kendisine bu soruldu:
Ey Ebû Abdullah, senden sonra makamına kimi oturtalım Ders-halkasının başına kim geçecek denildi. Onlar Muhammed´e işaret edecek sanıyorlardı. Hattâ o esnada baş ucunda oturmakta olan Muhammed uzanıp kendini gösterdi. Şafiî:
Sübhânallah, dedi, bunda şüpheye ne hacet, Ebû Yâkûb Buveytî yerime geçecektir.
Muhammed bundan hiç de hoşnud kalmadı, ona gücendi. Şafiî´nin talebesi Ebû Yâkûb Buveytî´nin etrafında toplandılar. Muhammed de Şafiî´nin ilmini hâmildi, mezhebine sâlikti. îmanı Mâlik´in mezhebinden ayrılmıştı.
Ebû Yâkûb Buveytî daha zâhid, daha muttaki idi. Onun için Şafiî dîne İtilâsından ve Müslümanların hayrını dilemesinden dolayı bu işi Bu-veytî´ye tevcîh etti, onu tercihte tereddüt etmedi. ´Çünkü o, bu işe en lâyık olandı. Şafiî bu âlemden göçünce (Allah ondan razı olsun) Muhammed b. Abdulhakem Şafiî´nin mezhebini bıraktı, arkadaşlarından ayrıldı, yine Mâlik´in Mezhebine döndü. Babasının Mâlik´ten alarak yazdığı kitaplarını rivayet etti. Mâlikî fıkhında ilerledi. Bugün o imam Mâlik´in (Allah razı olsun) kibar-ı ashâbındandır. Buveytî (Allah ona rahmet etsin) inzivayı severdi. Mısır kasabalarından Buveyta´da bir köşeye çekilerek insanlardan kaçtı. Orada Kitâbü´l-Ümm´ü te´lîf etti. Bu eser şimdi Rebî´ b. Süleyman´a nisbet olunur, onun diye tanınır. Halbuki onu Buveytî yazmıştır. Onda kendi adını zikretmez. Onu Rebî´a gösterdi. Rebî´ ona bâzı ziyâdeler yaptı ve onu ortaya çıkardı. Halk onu ondan dinledi. Buveytî hâlk-ı Kur´ân sınamasında Mısır´dan alınarak sultânın huzuruna götürüldü ve hapsedildi. Rebî´ bize anlattı ve dedi ki: Buveytî hapishanede iken bana yazarak beni ilim meclislerine teşvik eder, ilme devam etmemi emrederdi. Öğrencilere yumuşak ve tatlı muamele yapmamı, onlara i´tinâ etmemi, tevazu´ göstermemi emrederdi. Rebî´ yine der ki: Çok defalar Şafiî´yi şöyle derken işitmişimdir:
“Bana hürmet göstersinler diye ben kendimi onların önünde hakir görürüm, tevazu´ gösteririm!”[8]
“Tevazu göstermeyen bir kimse saygı göremez.”[9]
111- Ebû Tâlib Mekkî´nin Sözleri Umûmun Kabulüne Aykırıdır:
işte Şafiî ile Buveytî ve îbn-i Abdulhakem hikâyesi hakkında Ebû Tâlib Mekkî´nin sözleri bunlardır. Bunları, âhiret kardeşliği tutunmak, dostluk sevgisini; din, Allah ve Müslümanlar için nasihat üzerine tercih ettirmeyeceğini göstermek için getirmiştir. Sonra da istidrat kabilinden olarak Buveytî´nin zühdünü, tasavvuf eğilimlerine uyarak inzivaya çekilmeği tercih ettiğini söylemektedir.
Bu sözden, Ebû Tâlib Mekkî´nin, Kitâbü´l-Ümm´ün Rebî´ yoluyla Şafiî´ye nisbet edilmesine ta´n ettiğini çıkarmamız acaba doğru olur mu Onun bu ta´nı, başkalarının bu nisbeti doğrulaması, ulemânın bunu te´yîd
etmesi yanında acaba tutunabilir mi Bir âlimin sözünün başkalarını çürütücü olabilmesi, ulemânın sözlerini reddedebilmesi için, ele aldığı konuyu dikkatle inceleyip i´tinâ ile araştırmış olması lâzımdır. İddiasını sened ve metin yönünden delilleriyle beyan edip kendi sözünü tercih ettiren ve başkasımn dediklerini çürüten ciheti göstermelidir. Bilhassa diğer taraf meşhur olmuş bir çoğunluğa dayanır, gelen nesiller onların sözlerini kabul etmiş ise, bu daha dikkat ister. Yoksa târihin tescil ettiği bir gerçeği ibtal için bir âlimin ona muhalif bir şeyi mücerred söylemesi veyahut onun etrafında toz kaldırıp şüphe uyandırması kâfi gelecekse, ilim yerleşip duramaz, insanlar sabit ve mukarrer bir hakîkata yol bulamaz.
Ebû Tâlib Mekkî, bu hikâyeyi zühde teşvik, Allah sevgisini, kardeş sevgisine tercihi göstermek için getirmiştir. Bâzı sofiler ve vâızlar için tergîb ve terhîb kapısı yolu çok geniştir. Zayıf haberleri ve eserleri de, makbul gibi söylerler ve bunu caiz görürler; kolay bir şey sanırlar; bundan kaçınmazlar, çekinmezler. Onun için Ebû Tâlib´in kitabında[10] da, onun tabiî olan Gazâlî´nin thyâü´l-Ulûm´unda olduğu gibi, zayıf haberler, hattâ mevzu haberler bulunmaktadır. Resûlullâh´ın hadîslerini tesbit edenler onların zayıf ve mevzu olanlarını beyân etmişlerdir. Resûlullâh´ın hadîsleri hakkında hal böyle olunca, böyle mukaddes bir rütbede bulunmayan ve sözlerinin din nazarında böyle bir mevkii o mayan kimselerin haberleri elbette tenkîd edilir.
Mutasavvıfa kitaplarının haberleri böyle bir derecede olunca, Buveytî ve Rebî´ hikâyesine kimse, mukarrer bir hakikat diye bakmaz. O, sabit ve mukarrer olan bir şey etrafında şüphe uyandıramaz. Onun için ona iltifat etmediler, ondan yüz çevirip geçtiler, tedkîk nazarlarını oraya çevirmediler. Çünkü biliyorlardı ki, o tenkide dayanamaz, incelemeğe değer yeri yoktur. O, benimsenmiş bir görüş, doğru bir haber olarak alınmaz. [11]
112- Ebü Talib Mekkî´nin Dediklerinin Münakaşası:
Bu gibi sözleri nazar-ı i´tibâre alırsak, kabul edilebilmesi için onu, haberlerin kabulü için kurulan tartı ile tartmamız gerekir. El-Üm, Şafiî´nin kitabıdır diyenlerin bunu, Şafiî´ye dayanan senedle naklettiklerini görüyoruz. Sonra da onu doğrudan Şafiî´ye muttasıl senedle ondan nakleden râvilerini sayıyorlar. Halbuki Kûtü´l-Kulûb´d´a verilen bu haber ise hiçbir kimseye nisbet olunmayarak mücerred bir haldedir. Bu karşıya da nisbet edilmiş değildir. Çünkü karşıya nisbet olunan ve senedi Rebî´a muttasıl bulunan iki beytlik şiir kısmıdır. Naklolunan sözler bu sened-iedir denemez. Çünkü o takdirde Buveytî´nin zühdünün ve Rebî´in onun kitabının nâkili olduğu râvisi, Rebî´in kendisi olmuş olur. Bununla o kendini ilân edip Buveytî´yi gizlemiş olmaz. Belki kendini gizlemiş, Bu-veytî´yi ilân etmiş olur. Halbuki bu, iddia olunanın tersidir.
Haydi bunları da bir yana bırakalım, daha ileri giderek onun zikrettiğine sened diyelim. Acaba onun bu senedi, nisbeti sahîh olan ve insanların kabul ettiği o doğru senedin önünde durabilecek kuvvette midir Bu senedi kendisi üzerine yüklediğimiz karşı kimdir Bu meçhul bir râvîdir; böyle meçhule dayanan sened yok hükmündedir. Çünkü bir rivayeti kabulün esâsı râvînin halini bilmeğe bağlıdır. Sıdkı = doğru sözlülüğü ga-lib olanın rivayeti kabul olunur. Karşı hakkında bunların birini bilmiyoruz.
Onun için bu rivayet reddolunur, kabul edilmez. Bilhassa mevsuk kimselerin rivayetine, ulemânın alıp kabul ettiklerine muhalif olduğundan kabule şayan görülmez. [12]
113- El-Ümm´ün Buveytî´ye Nîsbetînîn Doğru Olmadığı:
Ebû Tâlib Mekkî´nin ileri sürdüğü bu sözlerin zahirine bakılırsa El-Um kitabını Şafiî yazmamış, Buveytî yazmıştır; Rebî de onu Şafiî´ye nisbet ederek yaymıştır. Bu, icmâa, ilim erbabının kabul ettiklerine aykırıdır. Fakat bu sözlerle: Buveytî, Şafiî´nin yazdıklarını ve dikte ettirdiklerini bir araya topladı, sonra bunları Rebî´a verdi, o da bâzı ziyâdeler, ilâveler yaparak onu kendi rivayeti imiş gibi yaydı, denilmek isteniyor denebilir. Burada te´lîfden murâd böyle bir toplama işi olur. Bu sözleri böyle bir yolda yormak, doğruya birinci şekilden daha yakındır. Bunu böyle diyen bâzı ulemâ da vardır. Fakat bunu da iki şey reddeder:
1- Rebî´, Mısır´da ikâmeti müddetince Şafiî´nin yanında bulunanlardandı. Şafiî´nin bâzı ihtiyaçlarını almağa gittiğinde dersini kaçırırdı. Dönünce kaçırdığı dersi Şafiî´ye okurdu. Bu bakımdan Şafiî´nin, Rebî´de bulunmayan Mısır´da yazdığı kitaplarının Buveytî´nin nezdinde bulunması uzaktır. Evet, onun fıkıhtaki derecesi, Rebî´den daha büyüktür. Fakat mesele istinsah ve rivayet meselesidir, ilim ve dirayet meselesi değil.
2- Şafiî´nin kitaplarının râvîsi Rebî´ olduğunda ulemânın icmâ´ı vardır. Bu konuda herkes ona gelir, başvururdu. Mevsuktur, asla yalan söylemez. Hadîs ulemâsı ona hiç ta´n etmiş değildir. Onun rivayetlerini kabul edip almışlardır. Şafiî´nin kitaplarını başkasından nakledip onu kendine nisbet etmesi ise yalan sayılır. Eski ulemâdan bâzıları bu noktaya dokunmuşlardır. İbn-i Hacer, Tehzîb´de kaydediyor: “Ebû Hüseyin
Râzî diyor: Alî b. Muhammed b, Ebî Hassan Ziyâdî bana Humus aa haber verdi ve dedi ki: Ebû Yezid Karâtıs şöyle derken işittim: ´Rebî´ b. Süleyman´ın Şafiî´den dinleyip işittiği sabit değildir. Kitabın çoğunu, Buveytî´nin Ölümünden sonra Buveytî´nin hanedanından (Âlinden) aldı.´ Ebû Hüseyin Râzî der ki: Ebû Yezid´in bu sözü kabul olunmaz. Buveytî şöyle derdi: ´Rebî´, Şafiî´den rivayet hususunda benden daha kuvvetlidir.´ Ebû Zer´a Râzî, Buveytî´nin ölümünden dört sene önce, Şafiî´nin kitaplarının hepsini Rebî´den dinlemiştir.”
Mısır´da tâb´olunan Kitâbü´l-Ümm´ün II. cildinin 93. sâhifesinde geçtiği üzere râvî, Rebî´den naklen şöyle diyor:
“Rebî´ b. Süleyman Muradı, 207 senesi Mısır´da bana haber verdi ve dedi ki: Muhammed b. tdris Şafiî (Allah rahmet etsin) bize şöyle dedi…” Bu, Şafiî´nin ölümünden üç yıl sonradır. Buveytî´nin Öldüğü târihten ise 24 yıl öncedir[13]. Buna göre kitabı burada, Buveytî´nin ölümünden 24 yıl önce Rebî´den rivayet etmiş olur. [14]
114- Şafiî´nin Mısır´da Yazdığı Kitapları Rebî b. Süleyman Rîvâyet Etmiştir:
Özet olarak diyelim ki, imam Şafiî´nin {Allah ordan razı olsun) kitaplarını yazdığını, muttasıl senedle gösteren, bildhcn haberler meşhurdur. O, kitaplarının bir kısmını Irak´da iken yazmış, Mısır´da da onlar gibi kitaplar yazmıştır. Kitaplarını yazar; sonra yazdıklarını talebelerine okuturdu. Sonra onlar bunları istinsah ederlerdi. Bâzan da dikte suretiyle yazdırırdı. Şafiî´nin son görüşlerini içine alan kitaplarını R^bî´ b. Süleyman rivayet etmiştir, Şafiî´nin kitaplarım dinleyip almak için ulemâ her taraftan Rebî´a koşup gelirlerdi. Rebî´ bu kitapların hepsini bizzat Şafiî´den dinlemiştir. Ondan dinlemediği fıkıh bablarını rivayetinde tasrih edip söylemektedir. Târih kitapları, hal tercemeleri bunu böylece tasrih ederler. Yâkût, Rebî´in, Şafiî´den dinlemediği fıkıh bablarını bir bir sayarak Mu´cemü´l-Üdebâ´da şöyle der: “Rebî´in Şafiî´den dinleyip işitmedikleri şunlardır: Vasâyâ´l-Kebîr kitabı, Ehl-i Irak´ın Ali ve Abdullah hakkında ihtilâfı kitabı, thyâtü´1-Hatâ kitabı, Katlü´l-Müşrikîn kitabı, Zahir Hükümle İkrar kitabı, Ahbâs (Vakf) kitabı, Resûlullâh´ın Emrine îttibâ´ kitabı, Mese´letü´l-Cenîn kitabı, Vasîyetü´ş-Şafiî kitabı, Zebâih Benî israil kitabı, Gaslü´l-Meyyit kitabı, Karışan Şeylerin Suyu Necîs Kılması kitabı, Talâk´ta Emâlî kitabı.”
Rebî´ rivayetlerinde son derece ihtiyatlı davranırdı. O, Şafiî´den naklolunan nüshada bulduğu ve ondan duyduğu ibareleri zikreder; hatâ bulunsa bile onu nakleder, sonra hatâyı beyan edip söyler. Ondan işit-mediklerini açıklayarak: Bunu işitmedim, der. Ölü yıkama bahsinde şöyle diyor: “Bu kitabı Şafiî´den dinlemedim. Bunu bildiğime göre okuyorum.” Ihyâü´l-Mevât kitabında da şöyle diyor: “Bu kitabı ondan duymadım. Bunu, onun sözlerinden olduğunu bilerek okuyorum.” Bâzan naklolunan sözlere kendi ilâvelerini ekler, bâzan Şafiî´nin bâzı sözlerini nakleder, sonra onun bu meselede başka bir kavli olduğunu beyan eder. Bunu ondan duymuş, fakat yazmamış olabilir. Bâzı defalar da sonradan bu kavlinden döndü, der…
Yukarıda îbn-i Hacer´den naklederken belirttiğimiz gibi, Şafiî´nin tedvîn etmiş olduğu bâzı kavillerinden döndüğü olurdu. Çünkü dönmesi, tedvinden yâni kitaba yazmasından sonra olduğundan, müdevven olan o söz kitapta olduğu gibi kalırdı. O, döndüğünü söylemekle iktifa ederdi. Rebî´, kitabı müdevven halinde işittiği gibi rivayet ederdi. Sonra Şafiî´nin bu re´yinden rücû´ ettiğini açıklardı veyahut onun son sözü böyledir, derdi.
Bir edib için edebî zevke göre hüküm vermek salâhiyeti varsa, belîğ üslûbunun zevkini tadarak El-Üm kitabını okuyan kimse, bunun, üslûbuna hâkim belîğ bir muharririn kaleminden çıkmış olduğuna hükmeder ki, işte bu da ancak Şafiî´dir. Sonra El-Ümm´ün babları ile, Er-Risâle gibi Şafiî´ye nisbetinde hiç şüphe olmayan kitaplar arasında bir mukayese yapılırsa, üslûbun aynı olduğu görülür. Aralarında bâzan görülen az üslûb ve ifâde kuvveti farkları, konuların muhtelif olmasından ileri gelir. Yahut da bu fark, muharririn içinde bulunduğu durumdan doğmuş olabilir. Zîrâ rahatlık ve yorgunluk, kuvvet ve zayıf, sağlamlık- ve hastalık gibi hallerin icabı, ruh aynı olmakla beraber, bir muharririn üslûbu kuvvet ve za´fca farklı olur.
En sonunda şunu belirtelim ki, Rebî´ b. Süleyman, Şafiî´nin yeni kitaplarının münakaşa taşımaz râvîsidir. [15]
MISIR´DA BASILAN MECMÛA-I FIKHİYYE
115- Mısır´da Basılan Mecmûa-i Fıkhiyye´ntn Şafii ye Nisbetinîn Kuvvet Derecesi:
Mısır´da Şafiî´ye nisbet olunan bir fıkıh mecmuası basıldı, hamişinin bir kısmına Şafiî´nin talebesi Müzenfnin Muhtasarı konmuştur. El-Üm kitabı bu mecmua mıdır Şüphe yok ki, hamişin bir kısmına konanlar El-Üm´den olarak basılmış değildir, çünkü onlar El-Üm´den değildir. Şafiî´nin Müsned´i, Muhtelifü´l-Hadîs´i bunlar arasındadır. Kitabın içindekilerin hepsi El-Üm´den değildir. Risâletü´l-Cedîde bunlardandır. Meğer ki, Rebî´in rivayet ettiklerinin hepsini El-Üm´den sayalım. Nasıl ki, îbn-i Nedîm, Rebî´in rivayet ettiklerinin hepsine Mebsût nâmım vermektedir.
Bu takdirde Mebsût adı El-Ümm´e mürâdif otur, her ikisi bir mânâya ıtlak edilir. Yâni Rebî´in Şafiî´den Mısır´da rivayet ettiklerinin hepsine bu adlar verilir. Er-Risâletü´1-Cedîde de bunlardan olur. Fakat ulemânın çoğunca, Er-Risâle´nin, El-Üm´den başka olduğudur. Çünkü Er-Risâle usûl-ü fıkha aittir; El-Üm ise fıkha aittir Şafiî Er-Risâle´ye hususî bir ad vermişti, ona El-Kitap derdi.
Er-Risâle hakkında ne denirse denilsin, Mecmûa-i Fıkhiyye kitabının musahhihi onu bu kitaptan addetmemiştir. Keza matbu´ nüshamn nakledildiği nüshalarda da kitaptan addedilmenıiştir. Musahhih metinde, El-Ümm´den başka kitaplarda bulunan bâzı ziyâdeler, ilâveler bulunduğuna işaret ederek şöyle demektedir: “Bilmiş ol ki, Kitâbü´l-Ümm´ün mütead-did nüshaları elimize geçti. Onlardan biri İbn-i Nakîb´in hattiyle yazılı bâzı eaki cüzler hâlinde, o da Siraceddin Bulkînî hattiyle yazılı bir nüshadan istinsah edilmiştir. Bunda bâzı ziyâdeler vardır ki, bunlar Şâfıî merhumun Îhtilâfü´l-Hadîs kitabı,, ihtilâf-ü Mâlik ve Şâfü kitabı gibi bâzı eserlerine atfolunmaktadır. Bu ilâvelerde muhtelif nüshaların uygun düşmesi yüzünden bâzı tekrarlar varsa da bunlar faydadan hâlî değildir, İmam Şafiî´nin (Allah rahmet eylesin) fürû1 mes´elelere ait tevcî-hatını gösterir. Bunun için o ziyâdeleri, bu matbu´ nüshanın haşiyesine biz yerli yerine ilâve ettik. Buna imkân bulamayınca El-Ümm´ün ibaresinden sonra metin sahifesine koyduk, aralarını bir çizgiyle ayırdık. Yardım Allah´dandır.”
Demek iç sahifelerde metin kısmında olanların hepsi El-Üm kitabı değildir. El-Üm ilâvelerden bir hatla ayrılmıştır. Bu işaretlerden ilâveleri anlamak kolaydır. Bunlar, Siraceddin Bulkînî´nin Şafiî´nin kitaplarından alarak yaptığı ilâvelerdir. Buna göre bu mecmuada El-Üm kitabı diğerlerinden ayrılmış bir haldedir, îbn-i Hacer´in, Beyhakî´den naklen El-Ümm´ün münderecatı olmak üzere sıraladığı babları bu matbu´ nüsha Ue karşılaştırıp kontrol ettik. Bu babları, az bir farkla, Beyhakî´den naklolunan tertip üzere El-Üm´de bulduk. Bu itibârla bu matbu´ nüshanın El-Üm´den olmak üzere ihtiva ettiklerinin hepsi ondandır[16].
116- Bu Hususta Söylenenlerin Münakaşası:
Fakat bu nüshada yer yer şu ibareler geçiyor: Şafiî´ye şunu sordum, o da şöyle dedi,.. Şafiî´ye soruldu, o da şu cevabı verdi… Şafiî bize imlâ suretiyle bildirdi veya bize yazdırdı… Bize Rebî´ b. Süleyman anlattı ve şöyle dedi: Şafiî´ye dedim ki… Eserde Şafiî´nin rücû´ ettiği bâzı kavillerin beyanına da girişilmektedir. Veyahut bâzı haller hakkında getirilen diğer kaviller nakil olunmaktadır… Er-Risâle ile El-Üm arasında bir mukayese yaparak, Br-Risâle´yi bunların hepsinden hâlî görürüz. Ancak her cüz´ün başındaki sened bulunması müstesnadır.
El-Üm kitabı bunların hepsini ihtiva etmekle beraber biz onun Şafiî´nin eseri olduğunu söyleyebilir miyiz Onu yazan veya yazdıran, bâb-lara ayıran o mudur Ondan bu tertip üzere mi naklolundu Mesele üç faraziyeden hâlî değildir.
Birinci faraziyye: Bu kitabı (EÜ-Ümnı´ü) Şafiî yazdı veya yazdırdı. Şafiî kendisine sorulan suallerin yazılmasını emrederdi Sonra onların cevaplarını yazdırdı. Yazılan sualler ve cevaplan kendisine okuturdu. Bu i´tibarla kitabın te´lîf ve tasnif bakımından Şafiî´ye nisbet edilmesine hiçbir mâni yoktur. Rebî´in ilâvelerinden başka bâzı kavillerinden rücûı ihtiva etse de o Şafiî´nin hayâtında ona nisbet olunuyor, bu adı taşıyordu. ikinci faraziyye: Şafiî muhtelif mes´eleleri kendi kalemiyle yazdırmış ve bâzılarını da imlâ suretiyle yazdırmıştır. Bu hayâta gözlerini yumup Rabbının rahmetine intikal ettikten sonra, Rebî´, bu işi ele alıp Şafiî´nin fürû´ meselelere dâir yazdıklarını ve yazdırdıklarını veyahut sorulanlara cevap vermiş olduklarını bir mecmua halinde toplamış ve buna Um nâmı verilmiştir. Şafiî´den işittiklerini yazdığı gibi kendisi işitmese de başkalarının kaydettiklerini, bunları bizzat dinlemediğine işaret ederek, bir arada topladı- Onun sözlerini inceleyen bunun böyle olduğunu farkeder. Bu faraziyye El-Üm kitabındakileri Şafiî´nin yazdığını veya yazdırmış olduğunu göstermekte bundan Önceki faraziyye ile birleşmektedir. Ancak cem´etme, bâblara bölme ve tertip hususunda ayrılmaktadırlar. Birinci farazİyyeye göre bunları yapan Şafiî´dir, ikinciye göre Rebî´dir.
Üçüncü faraziyye: El-Üm, Şafiî´nin te´lîfi.olmadığıdır. Belki o, yazdığı şeylerle talebelerine okuttuğu ilmî mes´elelerin ve görüşlerin bir araya toplanmasından meydana gelmiş bir eserdir. Bunların hepsi Şafiî´den sonra toplanmıştır. Bu kitapların îmam Şafiî´ye nisbeti, îmam Muham-med´in kitaplarının Irak fukahâsına nisbet edilmeleri gibidir. Te´lîf kendilerinin olmamakla beraber bunlar onların kavillerini, anlatmaktadır.
Bu son faraziyye, kabule şayan olamaz. Çünkü ulemâ, El-Üm kitabının imam Şafiî´ye nisbetinde birleşiktirler. Sonra, Rebî´ kitabın içinde görüldüğü gibi, yazılmış, tesbit olunmuş ibareleri yaymakta idi. Bir ibâ-
reyi aynen nakleder, sonra onun yanlış olan yerlerini düzeltirdi. Nasıl ki, II. cüzün 9. sahifesinde bunu görürsün… Burada Rebî´ Şafiî´nin ibaresini naklettikten sonra kendi; zannedersem müsinne = üç yaşına basmış düve yerine, tebî´ iki yaşına giren buzağı olacaktır, diyerek hatâyı düzeltiyor. Eğer Rebî´, Şafiî´nin sözlerini, onun ibareleriyle mukayyed olmaksızın nakletmiş olsaydı, burada doğru o´aru söyler, yazılmış olanı ha-tasiyle nakledip sonra onu düzeltmek külfetini ihtiyar etmezdi.
Nisbetin aynen îmam Şafiî´nin sözü olup olmadığı şüphesi uyanacak yerlerde, “Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi ve dedi ki: Muhammed b. îdris Şafiî kendi ibaresiyle bize haber verdi…” gibi sözlerin getirilmesi, bu metinlerdeki ibarelerin ya kalemiyle yazması veya Usaniyle imlâ etmesi suretiyle Şafiî´nin kendi sözü olduğunu gösterir. Meselâ Cimâu´1-îlm kitabının başında şöyle deniyor: Rebî´ b. Süleyman bize haber verdi ve dedi ki: Muhammed b. îdris Şafiî bize haber verdi ve şöyle dedi: însan-ların ilme nisbet ettikleri veya kendisini âlim sayan hiçbir kimse bulmadım ki, Resûlullâh´a tabi´ ve onun hükmüne teslim olmağı Allâhu Teâlâ´-nın farz kılmış olduğuna muhalefet etsin. Allâhu Teâlâ ondan sonra gelenlere ona tabi´ olmaktan başka bir yol bırakmamıştır.”[17] Bundan sonra tam oniki sahife tutan sözler naklediyor ki, bunlar bizi, önünde yazılı olandan naklettiği kanısına götürmektedir.
En sonunda üslûba bakıyoruz, üslûb Şafiî´nin üslûbu. Kitabın hepsi düzgün kelimeler, derin ve sağlam mânâlar ve güzel ifâdelerle aynı üslûb dokusunu taşıyor. El-Umm´ün üslûbu, Şafiî´ye nisbetinde şüphe olmayan Er-Risâle´nin üslûbunun tamâmiyle aynıdır. Bu konuda ihtilâfa düşenler, bu meselede üslûb ve ifâde tarzım hakem yapsalardı, yazma ve imlâ bakımından El-Ümmıün Şafiî´nin ibarelerini hâvî olduğuna kesin olarak hüküm verirlerdi.
Artık ortada birinci ve ikinci faraziyyeler kalıyor. Bunlardan birini diğerine tercih ettirecek bir şey elimizde yoksa da biz, ikinciye daha mütemayiliz. Çünkü Rebî´, bâzı kavillerden rücûı nakletmektedir. Eğer cemi´ işi, Şafiî sağ iken yapılmış olsaydı, rücû´ kendisine nisbet olunurdu.
Seçtiğimiz faraziyye ne olursa olsun, kitabın tamâmı Şafiî´nindir. Ona kimse bir şey ziyade etmemiştir, ancak Rebî´in ta´likâtı ve tenbih-leri bundan müstesnadır. Bunlar da kitabın Şafiî´ye nisbetini kuvvetlendirir, yoksa onu red ve nefî´ etmez.
El-Üm kitabında Şafiî´ye nisbet olunan görüşlerin doğruluğunda ulemâ niza´sız ittifak etmişlerdir. Bu eser Şafiî´nin Mezhebinin birinci derecede bir hüccetidir. Onun yeni görüşlerinin biricik, en sahîh nakillerini hâvidir.[18]
——————————————————————————–
[1] îbn-i Hacer, Tevali El-Tesîs, s. 765.
Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazması Bağdad´a ilk gelişinde, yani 174 senesinde İdi. Çünkü İmam Muhammed´in kitaplarına muttali´ olmadan red için yazılması istenmişti.
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 143-144.
[3] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 144-145.
[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 145-146.
[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 146-147.
[6] Ibn-i Hacer, Tevâlî El-Te´sîs.
[7] Bu hususta merhum Şeyh Hüseyin Vâlî´nin Kitâbü´1-Üm unvâniyle yazdığı ve Mücelletü´l-Bzher´de yayınladığı kıymetli makalesine bale.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 148-149.
[8] Bir Türk şâiri de şöyle demiştir: Kaabil-i feyz olamaz düşmeyicek hâke nebat Mütevâzi´ olanı Rahmet-İ Rahman büyütür.
Yazarın burada Arap gramerine göre beyt hakkında bir notu var sa da nakline lüzum görülmedi. Çünkü beytin arapçası olmayınca nota da lüzum kalmaz (Mütercim).
[9] Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü´l-KulÛb, c. IV, s. 135/136.
Huccetü´I-Islâm imam Gazâlî de Kûtü´l-KuJûb´un bu sözlerini alarak kaynak göstermeksizin İhyâü´l-Ulûm´una koymuştur. Ihyâü´l-Ulûm´un birinci derecede gelen kaynağı Kuşeyrî´nin Risalesi olduğu gibi ikinci kaynağı da Kûtü´I-Kulûb´dur. İhya bu iki kitaptan alınmadır. Bu meseleyi Gazâlî şöyle nakletmektedir, KûtÜ´l-Kulûb´daki asliyle bir karşılaştır:
“Bilmiş ol ki, dinle ilgili İşlerde Hakk´a muhalif olan şeyde kardeşe uymak vefadan sayılmaz, belki muhalefet etmek vefadır. Nasıl ki, Şafiî (Allah ondan razı . olsun) Muhammed b. Abdulhakem´I e kardeşlik tutunmuştu, onu candan yakın birlidi. Beni Mısır´da tutan odur, derdi. Muhammed hastalandı. Şafiî (Allah ona rahmet eylesin) onu ziyaret etti ve şöyle dedi:
“Sevgili hastalanmış, ben de onu ziyaret ettim. Bu defa, ona endişemden ben -.´i hastalandım.”
“Sevgili de benî ziyarete geldi. Onu görünce bir bakışta hastalıktan düzeli-verdim.”
Aralarındaki sıkı dostluk münâsebetiyle insanlar, ölümünden sonra ders halkasını ŞâfÜ ona bırakır sanırlardı. Şafiî (Allah ondan razı olsun) ölüm döşeğinde yatarken kendisine:
Ey Ebû Abdullah, senden sonra yerine kimi oturtalım denildi. Şafiî´nin başı ucunda oturmakta olan Muhammed b, Abdulhakem, kendisine işaret ederek uzanıp kendini gösterdi. Şafiî:
Sübhânallah, bunda şüphe mi var, Ebû Yâkûb Buveytî geçer, dedi. Muhammed bundan hiç hoşnud kalmadı. Şafiî´nin talebesi, Ebû Yâkûb Buveytl´-
nln etrafını sardılar. Halbuki Muhammed, Ş&fil Mezhebinin hepsini bilirdi. Fakat Buveyti daha fazîletii, zühd ve takvaya daha yakındı. Şafiî Allah´a ihlâsmdan Müslümanların hayrını dileyerek Buveytî´yi yerine bıraktı. Müdâhane yapmadı, halkın hoşnud kalmasını, Allah´ın rızâsı üzerine asla terem etmedi. Şafiî vefat edince Muhammed b. Abdulhakem Şafiî Mezhebinden ayrıldı, babasının mezhebine döndü (Allah rahmet eylesin). Mâlik´in kitaplarını okudu. O Mâlik´ln kibar-i ashâbındandır. Buveytî zühdü, inziva hayâtını tercih etti. Topluluk, ders halkasında oturmak onuo hoşuna gitmedi. îbâdetle meşgul oldu ve Kitâbü´l-Ümm´i yazdı. Bu kitap simdi Rebî´ b, Süleyman´a nisbet olunuyor. Onun diye tanınır. Halbuki onu Buveytî te´lîf etti. Fakat kendi adını vermedi, onu kendine nisbet etmedi. Rebî´ ona bâzı ziyâdeler yaptı. Onda tasarruf etti, onu meydana çıkardı.” (Gazali, thyâü´I-Ulûm, c. II, s. 166).
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 150-151.
[10] Kütü´l-Kulûb adındaki kitabın Hadîslerinin birçoğu tenkîd edilmiştir. Bundan dolayı sahibi de cerh olunmuştur. İbn-i Kesir Tarihi, XI. cilt, 319. sahifesin-de Ebû Tâlib Mekkî ve Kûtü´l-KulÛb hakkında şöyle diyor: “O sâlih, kendini ibadete vermiş bir kimse İdi. KûtÜ´l-Kulûb adındaki eseri yazdı. Onda aslı olmayan Hadîsler zikretmiştir.”
Böyle bir kitabın verdiği bu haber naaıl doğru olur ve bütün tarihçilere kargı durur
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 152-153.
[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 153-154.
[13] Bu konuda üstadımız merhum Şeyh Hüseyin Vâli´nin (MecelletÜ´I-Ezher1-deki) yazışma bak.
[14] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 154-155.
[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 155-156.
[16] El-Üm 1321-1325 arasında Kahire´de 7 cilt halinde basılmıştır.
El-Üm´e dâhil külliyâtı, Beyhakî müstakil birer risale halinde şöyle zikreder:
Cimâu´I-tlm
îbtftltTl-tstihsaa
Beyânü´1-Farz
Sıfâtü´1-Emri ve´n-Nehy
îhtUftf-ü Mâlik ve Şafiî
Îhtil&fü´l-Irakıyyeyn (Ebû Hanîfe ve tbn-I Ebt Leyla)
İhtilâf Maa Muhammed b. Hasan
El-Red Alâ Muhammed b. Hasan
Üıtilaf-Ü AH ve Abdullah b. Mes´Ûd
îhtİlâfU´l-Hadls Bunlar yedinci cilttedir (Mütercim).
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 156-157.
[17] El-Üm, C. II, s. 3.
[18] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 158-159.