Close Menu
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Son Yazılar
    • Bir Geleneği Olmak Mahmud Erol Kılıç
    • Ramazan Risalesi
    • Tasavvuf Risalesi – Bediüzzaman
    • Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri
    • Şer’i Delil Karşısında Keşf ve İlham İddiası Geçersizdir
    • Keşif ve Keramet – Ali SÖZER
    • Tevessül ve İbni Teymiyye ‘ ye Dair
    • Tevessül Konusunda Doğru Tavır
    Facebook
    Haznevi.net
    • Ana Sayfa
    • Haznevi Ekolü
    • Şeyh Muhammed Haznevi
    • Şeyh Muhammed Muta
    • İSLAM
    • ENGLISH
    • İletişim
    Haznevi.net
    You are at:Home»Son Peygamber»Umumi Eman

    Umumi Eman

    0
    By admin on 29 Ekim 2015 Son Peygamber

    İkame Süresi Kureyşlilere tanınan bu umumi eman bütün Mekke halkı için geçerli idi. Peygamber efendimiz dokuz kişiden başkasının Öldürülmemesini emretmişti. Ancak dokuz kişinin kanlarını heder edip öldürülmelerini mubah saymıştı. Bunlar Kabe-i Mu-azzama´nm örtüsüne tutunmuş olsalar dahi öldürüleceklerdi. Bunlar şu kimselerdi: Abdullah bin Sad bin Ebi Şerh, İkrime bin Ebi Cehil (İslama girmesinden önce) Abdülaziz bin Hatek, Haris bin Nüfeyl bin Veheb, Makbes bin Sabbabe Hebar bin Esved, İbn Hatal´ın, Resuîullah´a hicviyede bulunan iki şarkıcı cariyesi. Abdülmuttalip oğullarından birinin cariyesi olan Sare. Yukarıda adları sayılan kimseler, İslama karşı şiddetli düş­manlık edip mü´minîere karşı tuzak kuran şahıslar idiler. Bun­lardan biri dinden irtidad etmekle birlikte bir müslümam kas­ten öldürmüştü. Abdullah bin Sad bin ebi Şerh´e gelince o iman etmiş ve vahiy katipliği yaptıktan sonra irtidad edip dinden çıkmıştı. Büyük bir yalan uydurmuş, güya peygamber efendi­mizin kendisine yazdırdığı vahyi değiştirerek yazarmış! Pey­gamber efendimiz O´na, “Azizün hakim” yazmasını emrettiği halde “Gafurun rahim” diye yazarmış! İslamiyeti mürtedlere karşı korumak için onun kanı mubah kılınmıştı. Kanı mubah kılınınca süt kardeşi ve ayrıca aralarında soy bağı bulunan Os­man bin Affan´a sığınmıştı. Osman ona eman dilemek için Re-sulullah(s.a.v.)e gittiğinde Resulullah, uzun bir süre susmuştu. Susarken yanında duranlardan birinin gidip Abdullah bin Sa´d´ı öldüreceğini ümid etmişti. Fakat böyle bir şey olmayınca uzun süre sustuktan sonra Osman´a ´evet´ diye cevap vermişti. Osman, kendisine yapılan bir ikram olarak bu emanı alıp git­mişti. Peygamber(s.a.v.) efendimiz Osman hakkında şöyle de­mişti: “Melekler Osman´dan utanırlar.” Peygamber efendimiz Osman´ın kalkıp meclisten gitmesinden sonra yanında bulu­nanlara şöyle demişti: “Aranızda hiç mi akıllı bir adam yoktu ki benim sustuğumu görünce gidip şu Abdullah´ı Öldürsün!” Orada bulunanlar: “Ya Resulullah bunun için bir işarette bu­lunmalı değil miydin ” dediklerinde Peygamber efendimiz: “Peygamberler işaretle adam öldürtmezler.” demişti. Başka bir rivayete göre ise şöyle demişti: “Bir peygamberin haince bakış­larda bulunması uygun olmaz.”

    Abdullah bin Sad bin ebi Şerh, hilafeti esnasında Hz. Os­man´a yakın şahsiyetlerden olmuştu. Hz.Osman, Amr bin As´tan sonra onu Mısır valisi olarak tayin etmişti. Hilafetinin son zamanında fitneciler onu ileri sürerek Hz. Osman aleyhin­de ileri geri konuşmaya ve dedikodu yapmaya başlamışlardı. onun Hz. Osman tarafından akrabalık nedeni ile korunduğunu, halbuki onun adil bir kimse olmadığını söylemişlerdi.

    Abdullah bin Ahtal´a gelince o müslüman olmuş ve zekat toplaması için peygamber efendimiz tarafından Medine dışına gönderilmişti. Beraberinde ensardan bir adam ve bir de kölesi vardı. Yolda giderken nedense öfkelenmiş ve adamı öldürmüş­tü. Sonra dinden çıkarak müşrik olmuştu. Şarkıcı iki cariyesi vardı. Bunlar peygamber efendimizi hicvedici şarkıları okurlar­dı. Bu sebeble hem onun, hem de iki şarkıcısının kanları heder edildi. Kendisi Kabe´nin örtüsüne tutunduğu halde Öldürüldü. Cariyelerinden biri öldürüldüdiğerine eman verildi.

    Huveyris bin Nufeyl bin Veheb´e gelince, Mekke-i Mükerre-me´de iken peygamber efendimize eza verirdi. Hz. Abbas, Fatı-ma ile Ummü Külsüm´üMedineye göndermek ve Resulullah´a teslim etmek için onu görevlendirmişti. Yolda giderlerken Hü-veyris, Fatıma ile Ümmü Külsüm´ün bindikleri deveyi dürtmüş ve ikisini yere düşürmüştü. Kanı heder edildiğinde, Fatıma´nın kocası Ebu Talib oğlu Ali onu öldürmüştü.

    Makbes bin Sebabe´ye gelince, o iman etmiş sonra irtidat et­mişti. Diyet aldıktan sonra kardeşinin katilini haince öldür­müştü. Kardeşi müslüman bir kimse idi. Müstalik oğulları gaz­vesinden sonra hata sonucu öldürülmüştü. Kendisi gelerek müslüman olduğunu izhar etmiş ve kardeşinin diyetini beytül malden almıştı. Ama diyeti aldıktan sonra, kardeşini hataen öl­düren şahısa saldırıp adamcağızı öldürmüş, sonra da kaçıp Mekke-i Mükerremeye gitmişti. îrtidat ettiğinden ve mümin olan bir kimseyi kasden öldürdüğünden dolayı öldürülmesi hak olmuştu. Onu kendi kavminden bir adam öldürmüştür.

    Abdulmüttalib oğullarının cariyesi Sara´ya gelince. Bu kadın daha sonra Ebu Cehil oğlu îkrime´nin cariyesi olmuştur. Pey­gamber efendimize Mekke-i Mükerremede iken eziyet ederdi. Bazılarının anlattıklarına göre Hatip bin ebi Beltea´nm Ku-reyşlilere gönderdiği mektubun Kuryeliğini yapan kadın budur. Kam heder edildiğinde kaçmış, sonra peygamber efendimizden kendisi için eman dilenince peygamber efendimiz ona eman vermişti. Hz.Ömer´in halifeliğine kadar yaşamış, sonra bir sü­varinin atının ayaklan altında ezilerek can vermişti.

    îkrime´ye gelince o müslüman olmadan önce kanı heder edil­miş ve bu yüzden Yemen´e kaçmıştı. Zevcesi müslüman olunca peygamber efendimizden onun için eman dilemiş, peygamber efendimiz de ona eman vermişti. Bunun üzerine zevcesi Ye­men´e gidip durumu kendisine bildirmişti. Eman aldığını öğre­nen îkrime, peygamber efendimizin yanına geldi. Peygamber efendimiz ona eziyet vermemeye itina gösteriyordu. Müslüman olarak yanına geldiğinde ashabına şöyle dedi: “îşte Ebu Cehil oğlu îkrime müslüman olarak yanınıza geliyor, sakın onun ba­basına sövmeyin çünkübu, hayattaki kimseyi rahatsız eder, ay­rıca ölüye (Ebu Cehil) de isabet etmez.”

    îşte şefkatli ve sevecen bir insan olan peygamberimizin ali-cenablığı böyle idi.

    Rivayete göre zevcesi yanına gelmeden önce de îkrime´nin kalbine iman girmişti. Anlatıldığına göre îkrime Yemen´e gitmekteyken gemide bulunduğu esnada şiddetli bir fırtına kop­muş, gemide bulunanlar biribirlerine:”tşte tanrınız size burada fayda veremiyor!” demişlerdi. Bu söz tkrime´nin kalbine ve ak­lına tesir etmişti. Nice bakışlar vardır ki, kalbi küfürden imana döndürür. Gemidekilerin bu konuşması üzerine îkrime şöyle dedi: “Allah´a hamdolsun ki denizde iken ihlastan başka hiçbir şeyin insana faydası olmaz. Allah´ım! sana sözüm olsun ki ben bu tehlikeli durumdan kurtulup afiyete erersem Muhammedin yanına gider ve elimi eline verip biat ederim onu affedici kerem sahibi bir kimse olarak bulacağıma inancım tamdır!”

    Sonra zevcesi yanına geldi ve memnuniyetle islamı kabul et­ti.

    Hebar bin Esved´e gelince bu kişi, peygamber efendimizin kı­zı Zeyneb´i rahatsız etmiş, hicret esnasında devesini dürtükle-yerek taşların üzerine düşmesine ve hamile olan Zeynebin ceni­ninin düşmesine neden olmuştur.

    Ensar Peygamber Efendimizin Mekke´ye Döneceğinden Endişe Ediyor

    Peygamber efendimizin Mekke´de ikamet etmesi, daha Önce kendisine eziyet eden ve ilahi Risalete davetin burada tahakku­kundan ümidini keserek mecburiyet karşısında aralarından çı­kıp gittiği düşman yatağı olan Kureyşlilerle kendi arasında bir sevgi bağını yeniden tesis etmişti. Mekke-i Mükerreme fethedi­lince kalplerdeki kin ve düşmanlığın yok edilmesi gerekiyordu. Peygamber efendimiz Kureyşlilere merhamet edip yumuşak davrandı, suçlarını affaderek rabbinin buyruğuna uyarak gü­zelce bağışladı. Çünkürabbi ona şöyle emretmişti: “Şimdi sen güzel bir hoşgörüile muamele et” (Hıcr85)

    Peygamber efendimizi bağırlarına basıp barındıran yardım eden ensar görevlerinin ve fonksiyonlarının artık sona erdiğini düşünmeye başladılar: “Cenab-ı Allah Peygamberi vasıtasıyla Mekke-i Mükerremeyi fethetti burası Hz.Peygamberin vatanı ve beldesidir” dediler ve bu konuda kendi aralarında konuşma­ya başladılar. “Ne dersiniz, kendi beldesini Allah´ın yardımıyla fetheden Resulullah (s.a.v.) efendimiz acaba burada ikamet eder mi ” diye biribirlerine sormaya başladılar. Onlar kendi aralarında buna ilişkin konuşmalar yapar iken peygamber efendimiz elini kaldırarak sefa ve merveye gelmelerini işaret etti. Orada duasını tamamladıktan sonra ensara yönelerek şöy­le dedi: “Ne dediniz ´* Ensar: “Bir şey demedik ya Resulullah” diye cevap verdiler. Fakat peygamber efendimiz ısrar edince ça­resiz kalarak durumu kendisine açıkladılar. Peygamber efen­dimiz ise onlara şöyle dedi: “Allah´a sığınırım. Hayatım sizinle beraber olacak ölümüm de sizinle beraber olacaktır,” Böyle de­mekle peygamber efendimiz, ölünceye kadar ensarın arasında yaşayacağını bildirmek istemişti. Çünkükendi akrabaları olan Kureyşliler onu yardımsız ve desteksiz bırakmış iken ensar va­sıtası ile Cenab-ı Allah ona yardım etmişti. Bir defasında da Resullullah (s.a.v.) şöyle demişti: “Eğer hicret olmasaydı bile ben ensardan bir adam olurdum. İnsanların hepsi bir yola, en­sar ise başka bir yola gidecek olursa ben, ensarın gideceği yol­dan giderim.”

    Mekke-i Mükerremenin Hürmeti

    Cenab-ı Allah buyurdu ki; “Görmediler mi çevrelerinde in­sanlar kapılbp öldürülür veya esir edil)irken biz (kendi şehirle­ri Mekke´yi), güvenli dokunulmaz bir belde yaptık Hala batıla inanıp Allah´ın nimetine nankörlük müediyorlar ” (Ankebut.67)

    Buna göre Beyt-i Haram´da savaşmak haramdır. Cahiliyyet devrinde bile kişi, kardeş veya baba katilini Kabede gördüğün­de ona, ilişmezdi. Çekişmeler hep Kabe dışında olurdu ki, in­sanlar, bütün insanlık için Mekke´de mübarek ve bütün alem­ler için hidayet kaynağı olarak yapılan ilk mabedde güvenliği ihlal etmesinler. İşte bu sebebten Ötürüpeygamber (s.a.v.) efen­dimiz Ka´be´nin yanında adam Öldürmekten ve savaşmaktan kesin olarak askerlerini sakmdırmıştı. İnsanlara güven ve eman vermişti ki, orada hiçbir kimse kendini müdafaa etmek mecburiyetinde kalmasın. Bu maksatla şöyle buyurmuştu: “Beyti haramda olan kimse güvendedir. Kapısını üzerine kilit­leyip evinin içine kapanan kimse güvendedir,” Peygamber efendimiz isteyen herkese eman veriyordu, ancak açık suçları olan kimselere eman vermemişti. Eman vermediği kimselerden bir kısmı daha önce müslüman olup sonra yine irtidad eden­lerdi. Bu durumda olan ya da kardeşininin diyetini aldıktan sonra dahi, hataen kardeşini öldürmüş olan kimseyi kasden Öl­düren kimseye de eman vermemişti. Bütün bunları beyti hara­mın hürmetini ve Mekke-i Mükerremenin şeref ve saygınlığını korumak için yapmıştı.

    Beytin hürmetini korumak için alman bu şiddetli önlemlere rağmen müşrikler barışın anlamını kavrayamamış ve Halid ib-ni Velid´in kuvvetlerine saldırmışlardı. Halid´in askerleri de kendilerine atılan okları geri püskürtmek için savaşmak mec­buriyetinde kalmış ve çarpışmaya başlamışlardı. Halid´in as­kerlerinden iki kişi şehid olurken müşriklerden de 10´dan fazla kişi öldürülmüştü. Şüphesiz ki´bu durumda beyti haramın hür­metini, Halid´in askerlerine saldıran müşrikler ihlal etmişlerdi. Yoksa savunma durumunda kalan Halid´in askerleri bu hürme­ti ihlal etmiş değillerdi. Öte yandan peygamber efendimiz -Ka­be´nin örtüsüne tutunmuş olsalar dahi- bazı kimselerin öldürül­melerini emretmiş ve kanlarını mubah saymıştı. Bunlardan bi­ri Kabe´nin Örtüsüne tutunmuş olduğu halde öldürüldü. Mekke-i Mükerremenin haramlığı ebediyyete kadar devam edecektir. Fetih esnasında kısa bir süre için olsa bile hürmetinin ihlal edi­lişi, bir daha benzeri bulunmayacak istisnai bir durumdan ötü-rüidi. Bu sebeble peygamber efendimiz Ka´be´nin ve Mekke´nin haramlığım kesin bir ifade ile beyan etmiş ve Allah´a hamdüse-nada bulunup layıkı veçhile O´nu övdükten sonra şöyle buyur­muştu:

    “Ey insanlar! Şüphesiz ki, yüce Allah göklerle yeri yarattığı günde Mekke-i Mükerreme´yi muhterem bir yer ve haram bir belde kılmıştır. Orası Cenab-ı Allah´ın haram kıldığı,şekilde kı­yamete kadar haramiyetini muhafaza edecektir. Allah´a ve ahi-ret gününe iman eden bir kimsenin orada kan akıtması ya da bir ağacı veya bir otu kesip koparması helal olmaz. Herhangi bir kimse:”Resulüllah(s.a.v.)´in Mekke´de savaşmasına ruhsat verilmiştir” diyerek Mekkenin haramlığının ihlal edilebileceği­ni söylerse ona deyin ki:”Doğrusu Cenab-ı Allah bu hususta peygamberlerine izin vermiştir, ama size asla izin vermiş değil­dir. Ancak zamanın kısa bir süresi için Mekke bana helal kılın­dı ve bugün yine dünkügibi haramlığına döndü. Benim bu söz­lerimi burada hazır olup duyanlar, burada bulunmayanlara bildirsinler!” Peygamber (s.a.v.) efendimiz Mekke-i Mükerremenin daimi haramlığım insanlara bu sözleriyle açıklamış olu­yordu. Kabe-i Muazzamaya mancınıkla taş atan emevilerle on­lara tabi olan kimselerin günahkarlıkları böylece anlaşılmış oluyordu. Onlar cahiliyyet devri insanlarının bile yapmaktan çekindikleri hayasızlıkları irtikab etmiş ve şiddetli cürümler iş­lemişlerdi. Bizleri günahtan koruyacak ve iyilik yapmaya sev-kedecek güç ancak Allah´tan gelir.

    Putların Parçalayıcısı

    Korkarak ya da gönülden rıza göstererek Kureyşlilerin tes­lim olmalarından sonra peygamber (s.a.v.) Kabe´nin bazı bö­lümlerini yenilemeye yöneldi ve bu hususta Ebu Üseyd el-Hü-zai´ye emir verdi. Hiç kimseye haksızlık etmedi. Görünürdeki malları aldı, gizli kalanları sahiplerine bıraktı. Beyhaki´nin ri­vayetine göre Ebu Süfyan, kendi içinde, paygamberlerle Ku-reyşliler arasında savaşı kızıştırmayı geçiriyormuş, ancak bu niyetini hiç kimseye açıklamamış ve hiç kimse onun kalbinden geçenlerden haberdar olmamıştı. Fakat ansızın peygamber efendimiz, yanına gelerek: “Ey Ebu Süfyan! eğer böyle yapar­san Allah seni rezil eder!” demişti. Sanki peygamber efendimiz onun söylemek istediği şeylerden haberdar olmuştu.

    Ebu Süfyan der ki: “Hiç kimse benim içimden geçen şeyleri bilmiyordu. Peygamber efendimiz putların yanına vararak elin­deki yay ile onlara dürtüyor ve onları birer birer düşürerek şöy­le diyordu: “Hak geldi batıl zail oldu, zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (îsra:8i)

    Peygamber efendimiz bu yaptıklarıyla yetinmedi putların bulundukları mıntıkalara adamlarını gönderdi. Görevliler Ka­be-i Muazzamanm çevresindeki ve haricindeki putları parçala­dılar. Lat ve Uzza ile üçüncüleri olan Menat putları kırıldı. Peygamfcer efendimizin çağırıcısı Mekke-i Mükerremede şöyle bir duyuruda bulundu: “Allah´a ve ahiret gününe inanan kimse evinde hiçbir put bırakmasın, mutlaka kırsın!” İslama giren kimseler ellerinde bulunan putları kırmakta adeta birbirleriyle yarıştılar. Ramazan-ı şerifin bitmesine beş gün kala Halid bin Velid´i peygamber efendimiz Uzza putunu kırmak üzere gö­revlendirdi. Uzzanm bulunduğu yere otuz kişi ile giden Halid, o putu da kırdı. Otuz kişiyle gitmişti ki, hiç kimse onlara karşı direnenlesin, Rivayetçilerin anlattıklarına göre Halid bin Velid, Uzza putunu kırmak için gittikten sonra geri dönmüş ve pey­gamber efendimiz kendisine:”Bir şey gördün mü ” diye sormuş o da hayır deyince peygamber efendimiz ona:”Geri dön çünkü-sen o putu yıkmadın.” diye direktif vermişti. Öfkelenen Halid geri dönüp kılıcım çekmiş karşısına siyah tenli, saçını başını açmış, çıplak bir kadın çıkmıştı. Uzzanın hizmetçisi olan adam dışarı çıkıp Uzza´yı imdada çağırdı. Halid de onu öldürdü. Son­ra peygamber efendimizin yanına vararak olup bitenleri anlat­tı. Peygamber efendimiz ona şu cevabı verdi: “Evet işte o Uz-za´dır artık memleketinizde kendisine ibaret edilmekten ümidi­ni kesti” Öyle görülüyordu ki, o kadın, gizleniyordu, Halid onu görmedi. Kılıcını sıyırıp çekince artık çıkmak mecburiyetinde kaldığına inanmış, dışarı çıkmış ve Halid tarafından öldürül­müştü.

    Uzza putu Nahle´de bulunuyordu. Kureyşliler ile Kinane oğulları ona tapıyorlardı, onların en büyük putu idi. Uzza putu­nun hizmetçisi de şeyban oğullarmdandı.

    Sonra peygamber efendimiz Amr biri As´ı, Hüzeyililerin putu olan Sava´ı kırmaya gönderdi. Amr oraya vardı, putun yanında hizmetçisi duruyordu. Hizmetçi şöyle söylendi:

    – Ne istiyorsun

    – Resulullah (s.a.v.) bu putu bana yıkmamı emretti.

    – Sen bunu yapamazsın.

    – Niçin

    – Çünküo buna engel olacaktır.

    – Yazıklar olsun sana. Sen şimdiye kadar batıl yolda bulunu­yorsun. Şu put ne işitir, ne de görür.

    Böyle dedikten sonra Amr öne doğru çıkarak putu kırdı; ar­kadaşlarına da, onu yere yıkmalarını emretti. Sonra hizmetçi­ye: “Gördün münasıl kırdım ” diye sorunca, hizmetçisi:”Yüce Allah´a teslim olup müslüman oldum” dedi. Bu da şunu ispatlı­yor ki onların bu putlara olan inançları kuru bir vehme dayan­maktaydı. Putların acizlikleri ortaya çıkınca onları inkar edi­yorlardı.

    Peygamber efendimiz Sa´d bin Zeyd el-Ezheri´yi de Kadid mevkiinde bulunan Menat putunu kırmaya gönderdi. Menat; Evs, Hazreç ve Gassanlılaria Şam civarında, ya da Şam yolu üzerinde bulunan kimselerin putu idi. Sa´d yirmi kadar süvari ile birlikte yola çıkıp Menafin bulunduğu Kadid mevkiine var­dı.

    Putun yanına vardığında orada hizmetçisi de bulunmaktay­dı. Hizmetçi:”Ne istiyorsun ” diye sordu Sa´d ise:”Menatı yık­mak istiyorum.” deyince, sanki hizmetçi meydan okuyormuşca-sına:”îşte put karşında duruyor!” dedi. Sa´d yürüyerek putun yanına vardığında karşısına saçı başı dağınık çıplak ve siyah tenli bir kadın çıktı, göğsüne vurup feryadüfîgan ediyordu. Sa´d onu vurup öldürdü. Sonra da menat putuna yönelerek onu yı­kıp kırdı. Hazinesinde birşey bulamadılar.

    Bütün bunlar, peygamber efendimizin kuvvetli azmi sonu­cunda gerçekleşiyordu. Bu azmi sayesinde cahillerin tapmakta oldukları, zarar ve fayda veremeyen taşları ortadan kaldırdı. Atası İbrahim Halil´in yaptığı işleri yaptı. Putları paramparça hale getirdi. İbrahim küçük putları kırıp büyüklerini yerinde bıraktığı halde, peygamber efendimiz büyük putu bile yerinde bırakmamış, onu dahi parçalamıştı. Çünküpeygamber efendi­mizin baltasının karşısında duracak hiç bir büyük put yoktu. Arapların kalplerini kuşatan vehimleri ortadan kaldırdıktan sonra putlarını kırıp parçalamıştı. Böylece Arap beldelerindeki put devleti sona ermişti. O putlara tapmakta olanlar, taptıkları putların kendilerini parçalayanlara karşı savunamadıklarmı görmüşlerdi. Çünküputlar ne kendilerine ne de başkalarına fayda ve zarar veremezler. Bundan sonra, şeytan da Arap bel­delerinde kendisine kulluk edecek bir kimsenin bulunamayaca­ğını anlamış ve ümidi yitirmişti.

    Halid Bin Velid in Cezime ye Gönderilişi

    Halid bin Velid´in Uzzayı parçalayıp dağıtmasından sonra peygamber efendimiz onu İslam davetçisi olarak Cezime´ye gönderdi.

    O savaşçı olarak gönderilmemişti. ÇünküMekke-i Mükerre-menin peygamber efendimizin itaatına girişinden sonra Mek­ke´de ve çevresindeki köylerle kasabalarda savaş olmayacaktı. Zaten savaşa da gerek kalmamıştı. Çünkü çevreden hile ve hi-yanet görülmemişti ki suçlarının cezasını çeksinler.

    Peygamber efendimiz Süleym ibn Mensur, Müdliç bin Mürue gibi Arap kabilelerinin bir kısmım, muhacirlerle ensardan bazı­larını Halid bin Velid´le birlikte Cezime´ye gönderdi. Abdullah bin Ömer ile Huzeyfe´nin kölesi Salim de aralarında idi. Ha-lid´le beraber yola çıkan Süleym oğullarıyla muhacir ve ensarın sayısı 350 civarında idi.

    Cezime´ye giden Halid Cezime´lilere şöyle dedi:

    – Siz nesiniz

    – Biz müslümanız, namaz kıldık ve Muhammed´i tasdik et­tik, mıntıkamızda mescidler inşa ettirip orada ezan okuttuk.

    Bu cevap karşısında Halid´in artık onlara ilişmemesi gereki­yordu. Çünküpeygamber efendimiz onu savaşçı olarak değil da-vetçi ve hidayet rehberi olarak göndermişti. Ancak o bu yüce sıfattan sıyrılarak mutlaka savaşmak istedi. Buna gerekçe ola­rak da Cezime´lilerin silah kuşanmış olduklarını ifade etti. Son­ra onlara şunu sordu:

    – Peki ne diye silah kuşanmışsınız

    – Bizlerle bazı Arap kabileleri arasında düşmanlık vardır. Si­zin onlar olacağınızı düşünerek korktuk, bu sebeble silah ku­şandık.

    Halid´in bu cevapla yetinmesi ya da cevaplarının doğru olup olmadığını araştırması ya da ellerindeki silahlan alması yeterli idi. Ancak o böyle yapmadı, aksine, silahlarını emre uyup bı­raktıktan sonra onları esir aldı. Halbuki böyle yapmaması ge­rekirdi. Cezimelileri bağlayıp birer ikişer arkadaşlarına dağıttı. En fazla onları esir olarak peygamber efendimize götürmesi ve onlar hakkında peygamber efendimizin vereceği hükmübekle-mesi gerekirdi; fakat seher vakti Halid bin Velid şöyle bir du­yuruda bulundu: “Yanınızdaki esirlerin boyunlarını vurun!” Buduyuruyu duyan Süleym oğulları yanlarında bulunan esirle­rin boyunlarını vurdular. Muhacirlerle ensara gelince onlar, peygamber efendimizin gerçek ve samimi sahabileri oldukların­dan dolayı esirlerini salıverdiler ve asla öldürmediler. Çünkü e-sirleri öldürmek caiz değildi. Zira onlar müslüman idiler.

    Öyle anlaşılıyor ki Cezimeliler arasında Cahdem adlı biri vardı ki Halid´in niyetini anlamıştı. Halid´in niyetinin îslami olmadığını farketmişti. Bu sebeble kendi milletine: “Ey Cezime oğulları bu Halid´dir, Halid´dir! Vallahi siz silahı elden bırak­tıktan sonra sizleri esir alacak, esir alınca da boyunlarınızı vuracaktır!” demişti. Bu arada Cezimelilerden biri kaçıp peygam­ber efendimizin yanına ulaşmış ve huzura çıktıktan sonra, olup bitenleri ona arzetmişti. Peygamber efendimiz: “Halid´in bu yaptıklarına hiç karşı çıkan olmadı mı ” diye .sorunca adam şöyle cevap vermişti: “Evet ona karşı çıkanlar oldu. Orta boylu ve beyaz tenli bir kimse ile uzun boylu biri onun bu yaptıkları­na itiraz ettiler, ona şiddetle karşı çıktılar/´ Adamın bu cevabı üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Birinci şahıs benim oğlum Ab­dullah´tır, diğeri ise Ebu Huzeyfe´nin kölesi Salim´dir ya Resu-lullah”

    Halid bin Velid´in yaptığı işlerden haberdar olduğu zaman peygamber efendimiz tazarru ve niyazda bulunarak elini sema­ya kaldırıp şöyle dedi: “Allahım! Halid bin Velid´in yaptığı şey­lerden uzak olduğumu sana arz ediyorum” Peygamber efendi­miz Halid bin Velid´in yaptıklarını görünce bu işlerin İslama uymadığını, bilakis cahiliyye kalmtlarından olduğunu anladı, îlk olarak gönderdiği diyetlerle Cezimelilerin gönüllerini ka­zanmak, aradaki çatlaklığı onarmak istedi. Bu sebeble Ebu Ta-lib oğlu Ali´yi çağırarak ona şöyle dedi: “Şu Cezimelilere var, durumlarına bak, cahiliyyet devrinden kalma şeyleri ayakları­nın altına al!” Bu, tam zamanında ve yerinde verilen bir emir­di. ÇünküCezime olayında cahiliyyet tam olarak görülmeye ve sırıtmaya başlamıştı.

    Hz. Ali, Resülullah´m gönderdiği bir çok malla Cezimeye git­ti. Onlara kan bedellerini ödedi. Telef olan mallarının karşılığı­nı verdi. Bütün diyetleri ve mali mallarının karşılığını verdi. Bütün diyetleri ve mali hasarları ödedikten sonra yine de bir miktar mal kaldı. îşini tamamladıktan sonra Hz. Ali onlara: “Bizden alacağınız diyet ya da mal bedeli kaldı mı ” diye so­runca, onlar da; ´hayır´ dediler. Bu defa Hz. Ali şöyle dedi: “Öy­leyse geri kalan bu malları da, sizin bilmediğiniz bazı zararla­rın bedeli olarak size veriyorum.”

    îşini tamamladıktan sonra Hz. Ali peygamber efendimizin yanma geri dondüve yaptıklarını ona anlatınca peygamber efendimiz: “İyi ettin, isabetli davrandın” dedi. Fakat peygamber efendimiz Halid´in yaptıklarından dolayı hala elem ve acı duy­makta idi. Bu sebeble kıbleye yönelerek ellerini semaya kaldır­dı, o kadar kaldırdı ki koltuk altları göründüve şöyle dedi: ecYa rabbi Halid bin Velid´in yaptıklarından uzak olduğumu sana arz ediyorum.” Bu sözünüüç kez tekrarladı. Çünkü Halid´in bu yaptıkları peygamber efendimizin gönlünüincitmişti. Onu da-vetçi ve rehber olarak göndermiş olduğu halde o, Cezimelileri öldürmüştü.

    Hahâ´in yaptıklarını haklı çıkaracak bazı mazeretler nakle­dilmişse de bunların kabule şayan yanları yoktur. Şayet Ha­lid´in ileri süreceği bir mazereti olsaydı onu peygamber efendi­mize açıklardı. Bu konuda rivayetlerde bulunanlar derler ki: Cezimeliler Halid´e hitaben:”Biz dinden çıktık, dinden çıktık!” demişlerdi. Böyle demekle güya onlar, müslüman olduklarını ifade etmek istemişler, ama Halid onların kafir olduklarını zannederek onları öldürmüş!

    Bu aslında kabul edilmeyecek bir sözdür. Çünküsenedi za­yıftır. Bu ifadelerinden dolayı Halid´in onlarla savaşmaya ve onları Öldürmeye hakkı yoktu. Zaten onların Halid´le savaşacak güçte olmadıkları açıkça anlaşılmıştı. Bu durum ortaya çıkınca Halid onları nasıl öldürebilirdi Ama gel gör ki öldürdü. Bu sa­vaş Muhammedi prensiplere uyan bir savaş olamazdı. Halid onları esir aldı, esir aldığını kabul edelim. Peki onları seher vakti neden öldürttü

    Hangi tarafından bakılırsa bakılsın, bu cahili uygulamayı haklı çıkaracak bir gerekçe yoktur. Kendisini kınayan Abdur-rahman bin Avf la tartışırken Halid bin Velid´de bunu açıkça ifade etmiştir.

    îbn Ishak der ki: “Halid bin Velid´le aşere-i mübeşşereden ve aynı zamanda muhacir sahabilerden´ biri olan Abdurrahman bin Avf, ona:”Sen îslamiyette bir câbiliyet amelini işledin!” de­miş, Halid de:”Senin babanın intikamını aldım” deyince Abdur­rahman şu cevabı vermiş:” Yalan söylüyorsun sen babamın ka­tilini öldürdün, ama amcan Fakih bin Muğire´nin intikamını al­dın, çünküdaha önce aralarında mücadele geçmiştir.”

    Abdurrahman bin Avf, tslami bir ifade kullanıyor, Halid ise intikamlardan söz ediyordu. Halid´in Abdurrahman bin Avf a söylediklerini duyan peygamber efendimiz Halid´i kınayarak ashabı arasındaki mertebesini açıklamış ve şöyle demiştir, ^Kendine gel ey Halid! Ashabıma ilişme, Allah´a and olsun ki Uhud dağının tamamı altın olsa, sonra onu Allah yolunda sarf etsen, yine de sahabilerimden birinin sabahleyin ya da akşam­leyin yaptığı seferin sevabına ulaşamazsın.”

    Evet onlar Resulüllah (s.a.v.)´in sahabileri idiler. Ağacın al­tında Rıdvan biatini yaparken Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah´tan hoşnud olmuşlardı.

    Tarihin, Halid´in davranışı hakkındaki hükmüne olursa ol­sun, ister cahiliyet uygulamasıdır desin, ister İslamiyet uygula­masıdır desin, mutlaka bu olaydan ötürüo, muhakeme edilecek­tir. Bu uygulamasının tümücahiliyet uygulaması olmasa bile´ bir kısmı cahiliyet uygulamasıdır diyebiliriz. Onu görevden az­lederken Hz. Ömer şöyle demiştir. “Halid´in kılıcında zulüm vardır.” Belki de Gezime olayında onun kılıcındaki zulüm çok açık ve net bir şekilde görülmüştür.

    Halid´in bu olaydaki uygulamasını eleştirirken bizler pey­gamber efendimize tabi oluyoruz. Onun hakkı söylediğini görü­yoruz. Bazı kimseler Ali´nin, Osman´ın ve benzerlerinin uygula­malarım eleştiriyorlar. Biz ise bu olayda Halid´in uygulamasını eleştiriyoruz. Ve onu ilk eleştiren de bizler değiliz. Çünküpey-gamber efendimiz onun yaptığı işten uzak olduğunu yüce Al­lah´a arz etmiş, onun Abdurrahman bin Avf ile tartışmasından sonra durumunu kendisine açıklamış ve yaptığının doğru olma­dığını bildirmiştir.

    Resulüllah (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme´de İkamet Süresi

    Resulüllah (s.a.v.) efendimiz Ramazan ayının kalan kısmın­da Mekke´de ikamet etti. Orada ikamet ettiği sürece namazları­nı kısaltarak kılıyor ve oruç tutmuyor, çünküseferiliği devam ediyordu. Mekke-i Mükerremeyi kendi asli vatanı olarak kabul etmemişti. Çünküorada kendisi için asli bir ev yoktu. “Ukeyl hiçbir ev bırakmamış” dedi. Seferilik ruhsatı devam ediyordu. Çünküikamete niyet etmemişti. Seferdeyken namazı kısalta­rak, orucu tutmayarak ruhsatı kullandı.

    Peygamber efendimiz Mekke-i Mükerremede iken Ramazan-ı Şerif sona erdi. Orası oruç tutmama ruhsatının mahalli değil­di. Sadece namazı kısaltma ruhsatı devam ediyordu. Kendisi oranın yerlisi olan kimselere namazı kıldırıyor, iki rek´atını ta­mamladıktan sonra yerlilere şöyle diyordu: “Ey Mekkeliler siz namazınızı dört rek´ate tamamlayın çünkü biz seferiyiz.( bu se-bebten dolayı iki rak´at kıldık)”

    Peygamber efendimizin, Mekke-i Mükerreme´de kaç gün ika­met ettiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimine göre 15 gece, kimine göre 18 gece, kimine göre de 19 gece Mek­ke´de ikamet etmiştir. Bu üç rivayetten hangisinin doğru oldu­ğunu ancak Allah bilir. –

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email
    admin

    Related Posts

    Resulullah´a (s.a.v.) Hitap

    Fikri İstikrarsızlık

    Mecusilik

    Leave A Reply Cancel Reply

    • Son Eklenenler
    • Çok Okunanlar
    20 Mart 2017

    Bir Geleneği Olmak Mahmud Erol Kılıç

    4 Haziran 2016

    Ramazan Risalesi

    16 Mayıs 2016

    Tasavvuf Risalesi – Bediüzzaman

    20 Nisan 2016

    Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri

    18 Nisan 2016

    Şer’i Delil Karşısında Keşf ve İlham İddiası Geçersizdir

    20 Mart 2017

    Bir Geleneği Olmak Mahmud Erol Kılıç

    7 Temmuz 2015

    Şeyh İzzeddin Hazretlerinin Vasiyetleri

    7 Temmuz 2015

    Şeyh İzzeddin Hazretlerinin Hayatı ve Yolunun Özellikleri

    7 Temmuz 2015

    Şeyh Alaaddin Hazretlerinin Dilinden Şeyh Ahmed Haznevi Hazretleri

    7 Temmuz 2015

    Şeyh Hazretin Sözlerinden Seçmeler

    • İslam Kültürü
    17 Kasım 2015

    Abid-Arif

    17 Kasım 2015

    Adak

    17 Kasım 2015

    Adet-i İlahiyye-İstidrac-Mucize

    17 Kasım 2015

    Ağlamak

    17 Kasım 2015

    Ahiret Yolculuğu

    • Haznevi Ekolü
    9 Temmuz 2015

    Allah İsmi Celili İle Zikretmek

    9 Temmuz 2015

    İnşirah Suresi ve Manevi Hayatımız

    9 Temmuz 2015

    Kuran-ı Kerim´de Zikir ve Tasavvuf Yolu

    9 Temmuz 2015

    Vesile Takva Cihad ve Tasavvuf

    8 Temmuz 2015

    Haznevi Mürşidlerine Genel Bir Bakış

    • Şeyh Muhammed Muta
    18 Şubat 2016

    Gerçek Muhabbet

    18 Şubat 2016

    Sünnetin Önemi ve İttiba

    17 Şubat 2016

    12 Rebiülevvel

    15 Şubat 2016

    Allah (c.c.) ve Rasulünü (sav.) Yüceltmenin Hakikatı

    15 Şubat 2016

    Müminlerin Hangisi Daha Akıllıdır ?

    Latest Reviews
    Etiket Bulutu
    abdest ahiret Allah bayram namazı cemaat cuma duası cuma namazı dua edep ehli sünnet ezan fitre gece namazı hac haram hatim hayrı istemek haznevi hilal imam iman irfan islam itikaf kuran musibet namaz niyaz orucun önemi oruç pişmanlık ramazan ramazana veda ramazan ayının büyüklüğü sadaka secde tasavvuf teravih tevbe teyemmüm tövbe umre yakarış yalvarış zekat
    Recent tabs widget still need to be configured! Add tabs, add a title, and select type for each tab in widgets area.
    © 2015 Haznevi.net

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.